Uzun zamandır bir kitap beni bu kadar sarsmamıştı.
Kitap bizi vurmaya daha ilk satırından kararlı.
Kendisini aldatan kocasına yazdığı sitemkar mektubunu bizim posta kutumuza atan Vanda, öfkesinin dozunu kitap boyunca artırıyor. Bu vahşi öfkenin büyük haksızlıklara uğramış kişilerde uyanan türden bir çeşit isyan olduğunu kolaylıkla görebiliyoruz. Hayatını evine ve ailesine adamış, kendi halinde, mülayim bir kadının aldatıldığında dönüştüğü kişiyi izlerken hepimizin içindeki kozalarda uykuda olan çeşit çeşit karakteri düşünmeden edemiyorum. Vücudumuzdaki yağların zorlandıkça yırtılıp ağrılı bir süreçle kasa dönüşmesi gibi, hayatın bize dayatttığı acılı egzersizlerle hepimiz daha kaslı ve çetin mizaçlara mı bürünüyoruz? Belki de kendi dünyamız için olabilecek en kötü ihtimali yaşadıktan sonra eski kimliğimizi terk edip yepyeni biri oluyoruz.
Kitabın ikinci bölümünde evi başka bir kadın için terk eden Aldo'nun on iki yıllık karısına ve çocuklarına karşı büründüğü umursamaz ve acımasız haleti ruhiyenin dışarıdan baktığımızda bizde yarattığı etkinin kendi içerisinde hiçbir tezahürü olmadığını görüyoruz. Kendi bencil istekleri karşısında en yakınlarına yaşattığı zor koşulların, parasızlık ve ilgisizliğin onlarda onarılmaz yaralara sebep olduğunu anlamaktan ne kadar uzak olduğunu görünce hayrete düşüyoruz. Ne yazık ki mutlu anların da ödenmesi gereken bedelleri oluyor. Aldo evinden uzakta yaşadığı neşeli, yaşından genç ve özgür olduğunu hissettiği bu birkaç yılın cezasını, eve geri döndüğünde başlayan ve ömür boyu devam eden sessizliği ve edilgenliğiyle ödüyor. Ne çocuklar ne de ev üzerinde bir daha söz hakkı elde edemiyor. Evde varlığıyla yokluğu bir. Vanda' nın ruhunda açtığı derin oyuğu tamir edemeyeceğini anladığında bir kez daha onu üzebilecek herhangi bir şey yapma olasılığından uzak durmaya başlıyor. Oysa insan ruhu mutlu olduğu yerlere ve kişilere aittir. Bunun anısını, ne zamanın ne insan hafızasının ne de bastıramadığı suçluluk duygusunun silmesi mümkün. Aldo hayatta var olmaya devam eden içi boş bir deniz kabuğu.
Tüm bu trajedi yaşanırken büyüyüp birer bireye dönüşen iki çocuğun, bu sancılı zamanları ne kadar farklı hatırladıklarını ve her birini ne kadar farklı açılardan etkilediğini izlemek de insana değişik bir bakış açısı kazandırıyor. İçlerinde kendileriyle birlikte büyüyen eksiklik ve terk edilmişlik hissi babaları eve dönse de geldikleri yere geri dönmüyor. İçlerinde yer ediyor. Bir duygu patlamasında ortaya çıkmak için gününü bekliyor. Unutmanın değil ancak kabullenmenin insana çare olduğunu bize bir kez hatırlatıyor.
Kitap Vanda, Aldo ve çocukların bakış açılarıyla yazılmış üç bölümden oluşuyor. Bir ailenin basit hikayesi gibi görünse de hepimizin ailesinde yaşanmış ya da yaşanabilirmiş gibi olma hissi insanı olayların içine çekiyor. İlk satırından itibaren kendimizi birine hak vermeye çalışmaya, taraf tutmaya ve tanıdık öğelerin çekimine kapılmaya bırakıyoruz. Uzunca bir zaman diliminde geçen olayların farklı ağızlardan anlatılması, farklı detayların farklı akıllarda kalış biçimi ve oyunlu sonuyla okunası kitaplardan.